Welcome to the Temple of Zeus's Official Forums!

Welcome to the official forums for the Temple of Zeus. Please consider registering an account to join our community.

Nasyonelizmin Teorik Arkaplanı

Pammy

Active member
Joined
Nov 14, 2021
Messages
995
Ön not: Bazen nasyonelizm, bazen milliyetçilik, bazen ulusçuluk geçebilir. Bunlar bu yazının bağlamında aynı şeyi ifade etmektedir.

Literatürü bilmenin üyelerimizin faydasına olacağını düşündüm. Eğer bir Siyasi Bilimler fakültesine girip sorarsanız, size aşağı yukarı söyleyecekleri belli başlı nasyonalizm düşünce ekolleri vardır. Bunlar genel olarak üç ana kuramsal yaklaşım altında toplanır:

Kadimci/Özselci (Perennialism/Primordialism) Yaklaşım
Bu yaklaşıma göre nasyonelizm doğaldır ve doğuştandır. Antik zamanlardan beri vardır. Sabittir ve değişmez. Etnik bağlarınız, diliniz, dininiz, soy bağınız sizin doğal parçalarınızdır. İçine doğmadığınız bir ulusun parçası olamazsınız. Uluslar zaten vardır ve halihazırda var olan uluslar ulusçuluğu yaratmışlardır. Uluslar zaten vardır ve var olan uluslar ulus-devletlerini yaratmışlardır.

Clifford Geertz, Edward Shils gibi antropologlar bu yaklaşımı savunmuştur. Pierre L. van den Berghe, kadimci ve özselci yaklaşımın en bilinen isimlerinden biri olarak ulusun biyolojik bir temele sahip olduğunu ifade eder. Genetik yeniden üretim yani soyun devamı yoluyla insanlar akrabalık bağlarını genişletirler. Bu da ulusal toplulukların doğal olduğuna dair inançları ve duyguları besler. Pierre L. van den Berghe ayrıca bir Yahudidir ve Yahudiler Kadimci yaklaşıma bazen örnek olarak verilir. Yunanlar (Helen), İranlılar (Pers) ve Çinliler de bu yaklaşıma örnek olarak verilir. Binlerce yıl önce de varlardı, hala varlar.

Anlık olarak bilim insanları arasında Kadimci yaklaşım pek popüler değil, savunucusu varsa bile sesleri çok çıkmamakta. Önümüzdeki yıllarda bu pekala değişebilir.

Kadimci yaklaşımda Pierre L. van den Berghe'nin yaptığı gibi biyolojiye; Antropolog Clifford Geertz ve Edward Shils'in yaptığı gibi kültüre; ulusların binlerce yıllık tarihsel süreklilik içinde var olduğunu, tarihsel süreçlerin kimlik oluşturduğunu söyleyerek tarihe ve son olarak ulusların kökeninin ulusal kimliklerin tarih boyunca süreklilik göstermesiyle oluştuğunu söyleyen süreklilik fikrine dayanabilir.

Modernist Yaklaşım
Modernist yaklaşıma göre nasyonelizm ''icat edilmiş''tir. İnşa edilmiş veya üretilmiştir de denebilir. Sabit değil şekillendirilebilir ve akışkandır, zamanla değişir. Seçebilmeye, iradeye yer vardır. Modern zamanların bir ürünüdür ve Kadimciliğin aksine ulus ulusçuluğu değil, tam tersi şekilde milliyetçilik ve devlet yaratır ulusu. Sanayileşmenin bir getirisidir. Devletin okullarda, askeriyede insanları toplayıp dili ve kültürü standardize etmesiyle bir üst kültür yaratılır. Bunu ideolojik ve politik amaçlara ulaşmak için yapabilir. Benedict Anderson'un Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması adlı kitabı Modernist yaklaşım için bir başucu kitabıdır denebilir.

Orta Çağ boyunca Avrupa'da din ve mezheplerine göre sınıflandırılmışlardı. Katolik, Protestan ve benzeri kimlikleriniz olabilirdi. Reform hareketleriyle kilisenin gücü, hangi cemaate mensup olduğunuzun önemi azaldı. Osmanlı'da da millet sistemi din tabanlıydı. İnsanların üst kimliği Müslüman olurdu, Türk değil. Azınlıklar dine göre sınıflandırılmışlardı ve kendi dinlerinin kanunlarıyla yargılanma hakları vardı. Yahudi bir azınlıktı, Ermeni (Hristiyan) bir azınlıktı. Bugün bir Müslüman'ın benim dinime göre 14 yaşında kızla evlenebilirim, bana benim yasalarıma göre davranacaksınız demesi düşünülemez. Dininiz fark etmeksiniz herkesin üstünde olan kanunlarla yargılanırsınız. Ulus üst kimliğinin oluşmasının sebeplerinden biri, modernist yaklaşıma göre, dinin etkisinin azalmasıyla insanlar dini bir cemaat olmayı bıraktığında yerine bir şey konulması gerekmesidir.

Eskiden birilerinin tebaası, padişahın kulu, Fransız kralının halkı, bağlı olduğunuz lordun köylüsü olurdunuz. Monarkların gücü azaldıkça ve bireyler önem kazandıkça insanlar tebaa olmayı bıraktılar. Artık sadakatiniz krala değil. Tabi olduğunuz şey soyut kavramlar; ulus denilen soyut bağlarla bağlı bir grup insan, ay yıldız, dokunup kavrayamayacağınız kanunların size sahip olduğunuza söz verdiği haklar. Modernist yaklaşıma göre kralların düşüşü ulusların ortaya çıkış sebeplerindendir. Artık tacı olan bir adama değil birbirimize ve soyut fikirlere bağlıyız, laiklik ve hukuk devleti gibi.

Uluslar için dil çok önemlidir. Eskiden Avrupa'da halkın anlamadığı dil Latince, Osmanlı'da halkın konuşmayı bilmediği Farsça-Arapça karışımı bir Osmanlıca kullanırdı entelektüeller, resmi yazılar, din adamları. Halk diline geçiş ve dilin standardize edilmesi ulus olmanın önemli bir adımıdır. Fransız ihtilali öncesi Fransa'nın yalnızca %50'si, bazı kaynaklara göre daha azı Fransızca konuşuyordu. Diğer herkes Fransız üst kültürüne zamanla entegre oldu. Konudan biraz uzaklaşıp nasyonelizmden yüzyıllar önceye gideceğim. Dante'nin İlahi Komedya'yı Latince değil, halk anlayabilsin diye halkın konuştuğu Toskanca-İtalyanca ile yazmış olması ve onu sürgüne gönderen kiliseyi eleştirmesi, Papaları cehennemde tasvir etmesi, Papa'nın siyasete karışmasını tasvip etmemesi... halkın dilini kullanarak halkta yeni bir bilinç, sahiplenme oluşturmuş ve soylularla kiliseyi oldukça rahatsız etmişti.

Aynı dil bir yana, eğer dil devrimi olmasaydı ve Cumhuriyet okullarda herkese standart Türkçe öğretmeseydi, Ege köylüsü ile Karadeniz köylüsü çok zor anlaşabilirdi. Çin, basitleştirilmiş ve standartlaştırılmış bir Çinceyi eğitim ve medya aracılığıyla zorunlu hale getirerek yüzden fazla Çince konuşma biçimini fiilen bitirdi veya birkaç kuşak içinde bitirecek. Standartlaştırılmış bir dil olmadan, insanların birbiriyle anlaşamadığı bir ulus ne kadar ulus olabilir? Bilirsiniz, Cengiz Aytmatov'un okullarımızda okutulmasının tek nedeni yazdıklarının güzelliği değildir. Kırgızca, Kazakça, Özbekçe gibi yerel diller baskı altındayken ve okullarda, devlet kurumlarında, basında Rusça dayatılırken yazılmış olmalarıdır o romanlar özelliği. Türkiye'de de Ermenice, Süryanice, Kürtçe, Yunanca yer adları Türkçeleştirilmiş ve 1980 darbesi sonrası Kürtçe özel hayatta da yasaklanmıştı. Modernist yaklaşım devletin bu çabalarını devletin ulusu yarattığına, ulusun sabit ya da doğuştan olmadığına ve inşa edilen bir şey olduğuna kanıt olarak gösterir. Matbaa ve sanayi toplumu sayesinde dil standartlaştırılabilmiştir. Bu ortak dil, kültürel aidiyet ve ulusal kimlik bilincini güçlendirmiştir denir.

''İnşa edilmiş ulus''a örnek olarak ABD, Irak, Siyonizm hareketiyle planlı olarak oluşturulmuş modern İsrail, KKTC gösterilir. Ben Etno-Sembolist yaklaşımı daha doğru bulduğum için buna katılmasam da, Türk ulusunun Mustafa Kemal Atatürk ve Türk Devleti tarafından reformlar (Latin harfleri devrimi, tek dil politikası, milli eğitim sistemi, vatandaşlık kanunu) ve ulus inşasının temel araçlarıyla inşa edildiği yaygın kabul gören bir fikirdir. Atatürk'ten önce “Türk ulusu” yoktu, mantıken bir şey atasından daha yaşlı olamaz, değil mi?

Peki hangi yaklaşım doğru?
İki yaklaşımın da güçlü ve zayıf yönleri var. Modernist yaklaşım ulusları ve ulusçuluğu devletin yarattığını söyler. Tam da bu sebeple devleti olmadan milliyetçilik yapanları açıklayamaz. Mesela İspanya'da Katalan milliyetçiliği, İtalya'da Sicilyalıların zamanında ayrılmaya çalışması, Kanada Quebec'tekilerin illa da Fransıca tanınsın özerk olalım diye tutturması, benzer şekilde dillerini standardize edecek ve diğer ulus inşaası araçlarıyla onları uluslaştıracak devletleri olmadığı halde Kürt milliyetçiliği yapanlar, yine devletleri olmadığı halde milli duyguları olan Filistinliler... örnekler çoğaltılabilir. Ulusu sanayileşmeye bağlayan Ernest Gellner (bir Yahudidir) ve benzer fikirdekiler sanayileşmemiş toplumlardaki milliyetçiliği, mesela Britanya yönetimi altındaki yoksul ve tarıma dayalı İrlanda'da ortaya çıkan İrlanda milliyetçiliğini açıklayamaz. Matbaa kapitalizmi olmadan ulus kimliği yaratılamayacağı iddiasına karşılık İrlanda'da sözlü kültür ve dini kimlik bir üst kimilk yaratmıştır. Bir başka açıdansa modernist yaklaşımlar dinin etkisinin azalışını ulusun ortaya çıkma sebebi olarak gösterirler ancak bu birçok kez yanlış çıkmıştır, İrlanda ve Filistin'de olduğu gibi. Modernist yaklaşımın son olarak insanların ulusal kimliklerini doğal, ezeli ve değişmez olarak algılamasını; bu kimliklerle kurdukları duygusal, varoluşsal bağı ve ulusun tarihini ataların, kan bağının veya kutsal toprağın mirası olarak hissetmelerini açıklamakta zayıf kalır.

Modernist yaklaşımın güçlü olduğu yönler arasında ulusal kimliğin sabit olmadığını, sosyal ve politik koşullara göre şekillendiğini açıklayabilmesi bulunur. Ulus kimliği şekillendirilebilir, yeniden tanımlanabilir. Bu tarihte yaşanmış olaylara bakıldığında, Kadimci yaklaşımın değişmezlik özelliğinden daha yakındır gerçeğe. Modernistler, devletin mevzuat, eğitim ve ordu aracılığıyla ulusal kimliği pekiştirdiğini kabul ederler. Ulus, sadece kültürel bir aidiyet değil, kurumsal olarak güçlendirilmiş bir bağtır. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli Eğitim/Tevhidi Tedrisat... bunlar olmadan Türk ulusu olabilir miydi? Modernistler eğitim, propaganda ve ideoloji yoluyla halkın vatan uğruna ölmeye nasıl ikna edilebildiğini açıklamakta güçlüdür. Uğruna ölecek kral kalmadı, e artık kimse haçlı seferi/cihat yapmak da istemiyor, nasıl ordu toplayacaksın? Devlet bunun için nasyonelizmi yaratıp kullanabilir.

Kadimci/Özsel yaklaşım ise Ulusların kimliklerindeki değişimi ve modern inşa süreçlerini görmezden gelir. Tanık olduğumuz ve varlığını gözlemleyebildiğimiz bu olayları görmezden gelmesi onu bu açıdan zayıf bir argüman yapar. Eğer ulus kadim zamanlardan beri var olan, doğal, değişmez ve sabit bir şeydi ise nasıl o kadar farklı topluluğu özümsedi Roma? Ya yok olanlar? Madem doğal ve değişmez bir şey bu millet denilen olgu, hani Antik Mısır, nerede Sümerler? Ne oldu bunlara? Kadimci yaklaşım ulusların değişimlerini ve dömüşümlerini açıklamakta zayıftır.

Özsel yaklaşım soy, dil veya din gibi faktörlerin her zaman milliyetçilikle örtüşmediğini açıklayamaz. Mesela bir süre önce sosyal medyada milliyetçi Türkiye Türklerimizi mutlu eden Umay adlı bir şarkı gördüm. Biraz bakınınca gruba ilk başlarda yabancılar tarafından ''Rusya altında ezilen azınlıkların direnişi'' gibi bir misyon yüklendiğini ama grup üyelerinin Rusya çıkarları yanlısı oldukları anlaşıldıklarından sonra hevesin yarıda kesildiğini gördüm. Evet, milliyetçilik duyguları her zaman soy, dil, din, ve diğer kültür ögeleriye uyuşmaz. Rusya'daki bir soydaş(?)ımız Rusya'ya, İran'daki sayıları iddiadan iddiaya 6 milyon ile 30 milyon arasında değişen anadili Türkçe olan insanlardan biri İran'a, bir Uygur ise dinine daha sadık olabilir Türkiye'ye ve Türkiye Türklerine olan sevgilerine kıyasla. Ya da olmayabilir. Kim bilir? Milli kimlik, ulus kimliği doğuştan gelmez. Bu da özsel yaklaşıma uygun değildir. Milli duyguların şekillendirilebiliyor, inşa edilebiliyor olması Modernist yaklaşımın güçlü bir yönüdür. Son olarak, Kadimci/Özsel yaklaşım nasıl bir Amerikalı gencin Irak'ta ölmeye istekli olduğunu açıklamakta zayıf kalır. Modernist yaklaşım devletin orduyu mobilize etmek için milliyetçiliği nasıl inşa ettiğini ve aracı olarak kullandığını daha iyi açıklar.

Açıklamalı örnek: Nasyonelizme, ulusa birkaç yaklaşım vardır. Kadimci yaklaşıma göre Türk ulusu zaten vardı ve Türk devleti ve Türk milliyetçiliğinin yaratıcısı Türk ulusudur. Modernist yaklaşıma göre Türk milliyetçiliği ve Türk ulusu, Türk devleti tarafından yaratılmıştır. Etno-Sembolist yaklaşıma göre, Türk Devleti zaten var olan etnik kökenleri, kültürel ögeleri, tarihsel hafızayı miras almış ve bunların üzerine eğitim, ulus bilinci, sanayileşme ekleyerek Türk ulusunu ve Türk milliyetçiliğini şekillendirmiştir.

Etno-Sembolist Yaklaşım
Etno/Sembolizm diğer iki yaklaşımın zayıflıklarından yola çıkan bir sentezdir. Ulusların ex-nihilo olmadığını, yani sıfırdan yaratılmadığını söyler. Nasyonelizm, sıfırdan bir icat değildir; mitler, etnik kökler, gelenekler ve semboller üzerinden güç kazanır. Modern ulus-devletler ve milliyetçilik, bu mirası yeniden yorumlayan modern elitler aracılığıyla şekillenir. Anthony D. Smith (bu da bir Yahudi, üç yaklaşımda da Yahudiler var. Birinden birini seçmenizi teşvik etmediğimi anlatmak için bütün yaklaşımlarda Yahudi etkisi olduğunu göstermek istedim) milliyetçiliğin modern bir proje olduğunu kabul etse de temelinde kadim etnik ve kültürel ögelerin olduğunu söyler. Soy, dil, din, kültür gibi ögeler ulusun, ulusçuluğun, ulus-devletin ve ulus kimliğinin temelini oluşturur. Modern ulus, bayrağı, milli marşı yeni bir icat olsa da kökenleri kadimdir. Etno-Sembolizm, ulusların modernist yaklaşımının aksine sıfırdan icatlar olmadığını ve kadimci yaklaşımın aksine bir bakıma inşaa edilmiş olduklarını açıklamada güçlüdür. Ancak ne oldu da nasyonelizmi keşfetmek için Fransız devrimine kadar beklediler bunu açıklamakta zayıf kalır.

Bir gün biri çıkıp daha güçlü bir yaklaşım geliştirebilir mi? Belki de.

Şu ana kadar sadece ana düşünce ekollerini yazdım. Bunlar nasyonelizmin kuramsal kısmının sadece bir parçası. Ancak uzunluğundan dolayı burada bitirmek daha iyi olacak. Ulus inşaası, ulus türleri, etnik ulus, sivil ulus, etnisite/ulus/ırk nedir, vatandaşlık, etnik körlük... gibi bir sürü şey konuşulabilir. Forumlarda zaman zaman ''Our Race Is Our Nation'' yani Irkımız Ulusumuzdur söylemini görebilirsiniz. Bu ulusun siyasi sınırlarını tanımıyor, örnek. Türkiye'deki biri Müslüman olmadığı için başka bir Türk'ü Türklükten atarken Suriyeliyi milletinin parçası sayabilir, başka bir örnek. Bir Orta Asya sevdalısı yukarıdaki şarkıyı söyleyen güzel kızı milletinin parçası sayabilirken, bir başkası milli duygularını Türk üst kimliğini kabul eden Türk vatandaşları için saklayabilir. Belki bu konuları aşağıya başka gönderilerde açabilirim. Şimdilik bu kadar.
 

Al Jilwah: Chapter IV

"It is my desire that all my followers unite in a bond of unity, lest those who are without prevail against them." - Shaitan

Back
Top